Bir Koşan Baba'nın İznik Ultra 2017
Hikayesi
Ne ultralar ne koşular biriktiriyoruz
hepimiz. Canlılığını koruması için hemen beynimizde diziyoruz kelimeleri ardı
arkasına. Hatırladıkça kalp atışımızı hızlandıran adrenalin, acı, sevinç, ve
gurur!
İşte İznik Ultra günüm, 22 Nisan'a
uzanalım. Yok yok, 21 Nisana ya da, biraz daha uzun tutmam
gerekirse Şubat ayının başına gidelim. Buradan başlamamdaki amacım, calf
adalemdeki 7mm yırtığın tam anlamıyla iyileştiğini düşündüğüm ve tekrardan
idmanlara başladığım tarihe denk gelmesinden. 2,5 ay süren bir sakatlık dönemi
geçirmiştim. 2,5ay civarı hemen hemen hiç koşamadım, hatta bir ara
"hiç koşamayacağımı" bile düşündüm ve çok inanılmaz
agresifleştim. Ruhsal olarak sıkıntı yaşadım, resmen psikolojim bozuldu,
eşim artık dua eder olmuştu: "iyileşse de, koşsa!" diye. Çünkü
sürekli negatif bir adam haline dönüşmüştüm. Neyse, daha fazla dert
yanmadan hikayeye döneyim. 😊 İyileştiğimde İlk koşularımı, düşük
tempolar ve kısa mesafelerle geçtim; elbette kendimi tarta tarta baktım
ki, nefesle ilgili bir sıkıntım yok. Fakat ciddi anlamda kuvvet olarak
eksikliğimi gördüm ve böyle olunca, ağırlığımı o yöne verdim. Kendi yaptırdığım
basamakla kuvvet yüklemesi artı artık daha uzun ve tempolu koşulara da
başladım. Toplamda İznik Ultra'ya kadar 900 km civarı bir idman koşusu, bunun
içinde en az 10km civarı yükselti koşmuştum ve bunların içinde interval,
endurance, yokuşlar da yer almıştı.
Gelelim, insan vücudunun kendi
sınırlarına ve doğaya meydan okuması gününe. 21 Nisan, yarıştan bir gün
öncesine. Diyeceksiniz ki "artık yarışı anlat kardeşim!" Ultra böyle
bir tecrübe ki, ayrıntısı çok, hiçbir şeyi atlamak istemiyorum; hem benim eksik
olduğum noktaları, hem de kendinizde gördüğünüz yarışa dair muhtemel eksikleri
tam olarak anlayabilmemiz için seçtim detaycı yaklaşımı biraz da.
bilmeniz için tüm detayları ile anlatıyorum. İznik'te hava şartlarının ve
zeminin durumunu öğrenmek önceliğimdi, çünkü tüm hazırlıklarımı ona göre
yapacaktım.
Kullanılacak Malzeme ve Kıyafetler
Yarışta giyeceğim ayakkabı, kıyafet,
çanta bana göre bu işin arka mutfağı gibi; kötü malzeme, kötü yemek, hatalı seçilmiş
bir ayakkabı size yarış bıraktırabilir ya da kıyafetin yaratacağı sürtünme size
büyük eziyet olur ve yarışın sonunu göremezsiniz. Ayakkabı,kıyafetler ve çanta
mutlaka bir kaç defa denenmiş olmalı, hani yeni aldığım cicilerimle ultra koşacağım
derseniz, bırakın "Ultra" koşmayı, koşmaya tövbe edersiniz. Ben, hava
yağmurlu olduğundan ayakkabı seçimimi, altı daha tırnaklı olan bir ayakkabıdan
yana kullandım; ama yine de ayağım çok ıslandığından dolayı belli bir yerden
sonra çorapların ıslaklığından dolayı ayağımdaki sürtünme fazlalaştı ve bu da
ciddi su toplamalarına sebebiyet verdi. Doğal olarak, sonlara doğru beni ciddi
ölçüde yavaşlattı, demek ki buradan çıkacak en önemli ders, sudan mümkün
olduğunca uzak durun ve mutlaka çantanızda bir veya iki çift yedek çorabınız
olsun. Daha önce koştuğum tüm Ultralarda hep ilk tercihim tayt olmuştur çünkü
pişik olmaktan hep çekindiğim için, bir de çalı çırpıdan bacaklar korunsun diye
fakat bu sefer şort tercih ettim pişik olma ihtimali olan her yeri iyice
kremledim ki iyiki de kremlemişim çünkü hiç pişik sorunu yaşamadım ve iyiki de
şortla koşmuşum bana çok daha rahat geldi.
Sonuçta bu bir tercih, bana iyi
gelen size gelmeyebilir o yüzden mutlaka daha önceden deneyin. İçime uzun
kollu, yapışan termal bir giysi giydim bu da hem koltuk altımı hem de göğüs
uçlarımı koruma amaçlıydı, elbette bir de iyice kremledim işimi sağlama
aldım. Çantayı 20lt büyük bir çanta olarak tercih ettim havadan dolayı, çünkü
içine, üstümdeki her kıyafetin bir yedeğini koydum, çok ıslanırsam değişme
şansım olsun diye ve ilerleyen istasyonlarda bu değişimi yaptım. İnanın,
sanki yarışa yeniden başlamış gibi oldum, süper bir motivasyon oldu. Bir
de aklıma gelmişken mutlaka birgün öncesinden ayak tırnaklarınızı kesin yoksa
sonuçları çok acı olur:) Gıda olarak, yanıma beş adet jel ve iki adet
çikolata aldım istasyonlardan, yediklerimle bana yeterli geldi; ama elbette bu
herkes için değişebilir, sizin midenize kalmış bir durum. Hazırlık süreciyle
ilgili en kritik detaylar bunlar. Hımm bir de en önemlisi belki de yarış
parkurunu kağıt üzerinde en az beş defa koştum, hangi istasyonda kaç dakika
dinleneceğim, ne kadar pacle çıkışları ve inişleri koşacağımı hesapladım ve
planın dışına asla çıkmadım, bunun da inanılmaz faydasını gördüm.
Ayrıca, istasyonlar arası strateji size koşacağınız mesafeyi de
unutturuyor, bence güzel bir taktik.
22 Nisan Sabahı
Gelelim 22 Nisan sabahına.... Bizi
İznik'ten Orhangazi'ye arabalarla taşıdılar yol boyunca benim bu yarışı
bitireceğime inanan, güvenen insanları, eşimi, çocuklarımı düşünerek kendimi
motive ettim. Starta geldiğimde hava güneşli, ama biraz sabah saati olmasından
dolayı serindi ve hemen aklıma gece yarışa başlayan 140 km koşanlar geldi ve
halime şükür edip kendime bir motivasyon sebebi daha buldum. Start anı, her
start anı gibiydi sanki 10 km sonra yarış bitecek gibi rahat resimler falan
çekildik, makara kukara dediğim gibi sanki 10 km koşusu 90 km kafadan
sıfırlanmış gibiydi. Saat 9:00 yarışın Start almasıyla
birlikte Solöz'e kadar hedeflediğim 5:30 temposuyla yarışa
başladım, büyük bir kısmı asfalt olan bu etap Solöz'e vardığımda 5:16 pacele
geçmiştim ve 5 dak. dinlenmeyi planladığım noktada, biraz hızlı gelince 7 dak.
civarı dinlenerek geçtim. Bu istasyona kadar yanıma hiç su almamıştım, ilk iş
olarak sularımı doldurdum, masada bulduğum tuzlu gıdalardan kendime ufak bir
menü yaptım (zeytin,peynir,tuzlu kraker) biraz da portakal ve limonla takviye
ettikten sonra Narlıca'ya doğru yol aldım. Bilen vardır bilmeyen vardır o
yüzden şöyle anlatayayım; burada sağlam bir rampa var 800-850m
civarı. Kağıt üstünde bu yokuşu yavaş bir tempoda ama hiç durmadan koşmak
vardı, öyle de yaptım, belki sadece bir 100 m civarını yürümüşümdür. Artık
inişe geçince çok rahat bir tempoda Narlıca'ya kadar hiç durmadan girdim. İstasyonda
beni Aykut
Çelikbaş hoca karşıladı, çayımızı çorbamızı ikram etti ve bir ufak
menü daha yedikten sonra, Aykut hocadan önümüzdeki zorlu iki parkurun bilgisini
aldıktan sonra yükseltisi toplamda 1200 m mesafesi 19 km olan ve ilk istasyonda
gıda olmayan bu iki zorlu parkur benim için başlamış oldu. Parkur gerçekten
zorluydu, sert bir çıkıştan sonra teknik parkurlar, (iple iniş), sert inişler
derken 9 km bitti ve Müşküle köyüne girdim, köyde bir çeşmede elimi yüzümü
yıkadım, ayaklarıma soğuk kompres yaptım, çünkü hem kasıklarımda hem de sağ üst
adalemde ufak kasılmalar oldu ve istasyonda sadece su olduğunu bildiğim için
sularımı da doldurdum, bu istasyonu pas geçtim böylece ve Süleymaniye'ye doğru
yola çıktım. Burada asfalt yokuşu çıktıktan sonra ormandaki patikaya girdim,
tahminim 48 km veya 50 km civarıydı zemin ara
ara çamurluydu, buralara
basmamak için kafamı biraz fazla eğmişim ki, bir iki işaret kaçmış gözümden ve
yolda patika olduğu için işaret göremeyince hiç farketmeden 1 km civarı yoldan
çıkmışım. Durumu fark edince hızlı bir şekilde geri döndüm, ama oraya kadar
geldiğimde öz güven kaybım tavan yaptı ve inanılmaz gerildim kendime sürekli
söylendim durdum, 12-15 dak civarı bir kaybım oluştu; neyse yolu sonunda buldum
ve tekrar rotaya girdim. Ancak zaman kaybını telafi edeyim derken tempodan
çıkınca yani kontrolü kaybedince iki ayağım birden kasıldı ve bu canımı daha da
sıktı, orda hemen beynimde acil durum toplantısı yaptım. "Kaybettiğin
zamanı unut, kontrolü eline al, söylenmekten vazgeç Serkan!" dedim ve de
öyle de yaptım. Hemen orda iki bacağıma ince bir masajla sertliği aldım ve
yoluma devam ettim. Süleymaniye'ye geldiğimde kasılmalar biraz daha arttı,
bunun üzerine iyi bir dinlenme kararı aldım, 15 dak civarı burada
dinlendim, çorbadan tutun da, ekmek arası peynir, zeytin ne bulduysam yedim. Bu
sefer masajı biraz abartarak iyice yumuşamasını sağladım, iyi dinlenince ve iyi
beslenince ve de ayağa kalktığımda kasılmalardan eser kalmayınca yola devam
etme kararı aldım. Eğer şiddetini düşüremeseydim bir ara pes eder gibi oldum,
elbette bana güvenen, başaracağıma inanan eşim, çocuklarım gözümde canlanınca
birden içimdeki Voltran tekrardan oluştu ve koşmaya başladım ve gördüm ki ne
ağrı ne sızı kalmadı. Sadece, 3 veya 4 km ilerledikten sonra sol ayağımın serçe
parmağı inanılmaz kötü oldu çok acıyordu ve diğer problemlerden onu hiç farketmemişim.
Su topladı demek isterdim, ama su ötesi kan toplamış idi bunu da yarış sonunda
gördüm çünkü ayakkabıyı çıkartırsam yarışı bırakırdım, parmak ayağıma sığmaz
oldu bu
beni bir hayli yavaşlattı ama bu seferde aklıma Kapadokya'daki dersde
Gediminas'ın Robot-İnsan-Robot TEMA'sı aklıma geldi ve kendim, belki komik
gelecek ama Robotlaştırdım ve o acıyı beynimde sıfırladım. İnanmayacaksınız
belki ama, gerçekten başka türlü o saatten sonra o yol bitmezdi yarışın 3/2
bitmiş geriye 3/1 bölüm kalmıştı, ama dediğim gibi tamamen Derbent Köyü'ne
odaklı, sanki yarış orada bitecek gibi kendimi kilitledim ve 350 m çıkışı bir o
kadar da inişi olan parkuru, tempomu bozmadan koşmaya başladım. Şimdi de yağmur
şiddetini artırmaya başladı ve bu da parkurun daha çamurlu olmasına sebebiyet
verdi, ama bir güzel yanı da havanın soğumasıyla kasılmalar azaldı. Bildiğiniz
gibi, Ulta moral işi, herşeyden bir Pollyanna çıkarmak gerek.
Derbent Köyü'ne geldiğimde saatim 72 km
gösteriyordu, vay be!, dedim son istasyonu görmek de varmış, o
zaman finish'i de göreceğiz dedim. Aklıma, Cem Yılmaz geldi finishde beni
görecek mi? diye sordum kendime; bu
arada yorgunluk tavan seviyedeydi bir 10 dak. kadar dinlendim, yine ne
bulduysam yedim. Hava da soğuduğundan ötürü, kaslar çabuk soğudu, bu da
bu istasyondan çıkışımı çok güç hale getirdi. Büyük bir bölümü yokuş aşağı olan
bu bölümde fazla su alma gereği görmedim ve sadece bir kaba su aldım, artık
koşmaya hazırdım ve başladım, ama o da ne, sağ ayak bileğim ve tabanımın içi
inanılmaz bir ağrı sinyali verdi, yine kendi kendime bunu sorguladım, bunun
yorgunluk ve kaslardaki soğumayla ilgili olduğunu düşündüm ve kendime
beynimden vücuduma "koş!" talimatını yeniledim ve biraz ısındıkça
hiçbir ağrım kalmadı, Yarış sonrası da bununla ilgili hiçbir sıkıntım olmadı,
kararım doğruymuş, belki de vücudum bana orada durmam için bir oyun oynadı ama
her seferinde olduğu gibi pes etmedim ve100 m kadar yokuş çıktıktan sonra artık
iniş başlamıştı, son düzlük gözükene kadar koştum, serçe parmağım daha da kötüleşmişti
ve ağrının şiddeti çok artmıştı, böyle olunca düzlüğe gelince yavaşladım ve
hemen hemen 2 km civarı yürüdüm, çünkü düz asfalt koşmak beni acıyla birlikte
mental olarak bitirdi, İznik finsh'ine yaklaşınca son 1 km koşmaya başladım. Bu
kadar gelmişsiniz, sonda kuvvetli gözükmek istiyorsunuz, elbette hani
alkışlayanlar olur hadi az kaldı diyenler olur diye, son bir kuvvet yola
koyuldum; ama ne yalan söyleyeyim yağmurun da etkisiyle, kimselerin olmadığı
bir finish oldu ve böyle sesiz sedasız girince biraz canım sıkıldı ama yine de
havanın kararmasından dolayı finish' deki saatin ışığını
görmek, 87 km
bittiğini bilmek içimde inanılmaz bir duygu karmaşası yaratdı... müthiş bir
haz... gurur ve de ve de...
Her zaman dediğim gibi "Acı Yoksa
Başarı da Yok ve Ve Her Ultra Kendi İçinde Ayrı Bir Tecrübe, Ayrı Bir
Yaşanmışlık" ve bence hiçbirinin taktiği bir diğerine uymaz. Ultralar koşulur,
tecrübe edilir ve bir sonraki yarışa her seferinde yeni dersler çıkarılır.
Şimdi bir kaç gün vücudumuzdaki ağrılarla uğraşacak, bol bol dinleneceğiz. Şunu
unutmayın 42,195 km üstü her koşu "Ultra" statüsüne girer, eğer koşmayı
seviyorsanız mutlaka bu duyguyu bir kez olsun deneyin, inanın sınırlarınızı
görünce inanamayacaksınız, çünkü bir sınırınızın olmadığını görmek sizi özgüven
olarak hep bir ileriye atacak. Ne kadar ter dökerseniz, o kadar daha iyi
olacaksınız. Unutmadan, bir de, yokuş idmanı yapmadan sakın Ultra denemeyin çok
sakıncalı:-)
BİR DOST, #son mohikan
SERKAN YILDIZ