Tuesday, May 2, 2017

BİR GÜN SEN / Volkan Yildiz


Bu bir Boston Maratonu hikayesidir, ama öncesini de anlatmam lazım ki olayların birbirine bağlantısı kolay olsun, tabi öyle taa koşuya ilk başladığım yıllara gitmeyeceğim; ama merak edenler için o dönemin hikayesi de şu blog yazısında yer almaktadır.
http://kosudunyasi.blogspot.com/2017/02/boston-maratonuna-giden-yildiz-ya-bu-ne.html
Sadece Kasım 2016 daki İstanbul Maratonu'na gideyim ki aradan geçen bu kısa zamanı nasıl değerlendirdiğim ortaya çıksın. Boston Maratonu benim 5. maratonum olacaktı. Bundan önceki ilk maratonumu bitirmek için, sonrakini gizli sub 3 (Maratonu 3 saat altında koşmak) ama iyi bir skor için, son 2 yi de resmî hedef olarak 3 saat altı denedim, ama olmadı. Kasım 2016'da İstanbul Maratonu'nda, bitiş çizgisine yaklaştığımda 03:00:04'ü görünce, o an, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım çünkü çok çalıştım çok emek vermiştim ama yine olmamıştı; daha ne yapabilirdim ki.
                                                    
Boston'da ilk koşu
Ben hatırlamıyorum ama, kendime olan öfkeden, bitiş anında yarış görevlilerinin uzattığı bir şişe suyu alıp fırlatıp bir de üstüne basmışım. Tam da dedikleri gibi: "Her maraton bir tecrübe işte." Bu maraton öfkeli, üzgün, ama güçlü çıktım. Demek ki daha farklı ve bilinçli çalışmam lazımdı. Okudum, araştırdım, 3 saat altı maraton koşanlara baktığımda edindiğim izlenim, en başta kilo vermem gerektiğiydi. Yani, benim boyum 176 cm kilom 76 idi. Anladım ki bu oranda bir kiloyla imkansız değil, ama zor olacaktı esas hedef. O zaman, ilk hedef kilo vermem gerekti. Diyet yapmadım ama daha dikkatli beslenmeye başladım. Bu süreçte Koşu Dünyamız "yağ kapışması" adlı, motivasyona dayalı bir kilo kontrol eğlencesi de başlamıştı ve bana da ilaç gibi geldi ve kafamdaki motivasyonu da bu şekilde sağladım.Toplamda 6-7 kilo verdim 80 gün içinde. İkinci olarak, uzun koşular. Maraton hazırlananlara en önemli tavsiyem de haftasonu uzun koşulara ağırlık vermeniz olacak. Bu nedenle, kendi antrenmanlarımda da değişiklik yaptım ve uzun koşuları daha bir özenli planladım. Uzunları 21k-25k-28k-30k-32k-35k-38k-35k-30k-21k olarak planladım ve bunları neredeyse yarış temposunda koştum. Çünkü bildiğim bir kural var ki onu hiç aklımdan çıkarmam "Hızlı koşmak istiyorsan, hızlı koşmalısın!"
Sub 3 Maraton için çok önemli iki konuda kontrol bendeydi artık. Zaten, işin en önemli üçüncü kısmı, zihin. İlk iki konuyu çözmüş olmam, kafa olarak da hazır olmamı güçlendirmiş oldu. Gel gelelim, Boston'un çok değişken hava durumu ve parkurun zorluğu beni düşündürmüyor da değildi. İki hafta öncesine kadar kar gösteriyor, ardından şiddetli aksi yönde rüzgar gösteriyordu hava durumu.


Boston Sokaklarında
Yurtdışı kaynaklı hava istasyonları o günü yağışsız ama rüzgarlı veriyordu. Zaten İstanbul Maratonu'nda o tokatı yemiştim ya; bir daha olmamalıydı. Fakat gerçek şuydu ki, hava tahminleri hiç düzelmedi ve hava rüzgarlı olacaktı. Elbette ki rüzgarın yandan olması bir nebze rahatlatıyordu,
karşıdan gelmesine göre. Neyse, yarış yaklaştıkça daha fazla parkur hakkında video seyrediyorum ki neyle karşılaşacağımı bileyim diye. Parkurun sert olacağını biliyordum, hele ki meşhur 2k'lık "kalp kıran yokuşu" gözümü korkutuyordu. Sağolsun, Boston Maraton Sponsorumuz Koşu Dünyamız'ın Kurucusu Gülsüm Öztürk Rüstemoğlu' nun (kendisine kısaca takımda "Boss" deriz, yazıda da öyle devam edeceğim) da bana bu konuda sürekli o kadar çok bilgi gönderdi ki beni mental olarak iyi hazırladı. Bir kaptanın uçak öncesi kontrolü gibi tek tek kafamda kontrolden geçiriyordum herşeyi:

1. Antrenman olarak hazırım.
2. Kafa olarak hazırım.
3. Kilo olarak hazırım. Ama işte, hava durumu ve parkur kafamda soru işareti oluyordu 
    sürekli.



Yarış bitiş noktası



Boston'ı konuştuğum herkes, özellikle de Gülsüm Hnm. "sen zaten oraya seçilmekle büyük başarı gösterdin gidip keyfine bak" diyordu ama işte gelin de onu bana anlatın. Bana Boston'da yol arkadaşlığı yapacak olan Selçuk Akbaba ile 14 Nisan Cuma günü 14:30 da uçağa bindik. Boston'la aramızda 7 saat zaman farkı var. 10 saat bir yolculuğun ardından 17:30 da Boston'a indik. Cumartesi günü sabah Selçuk'la koşarak ufak bir otel çevresi turu attık. Biz, ilk Boston sabahı koşumuzu takiben otele gelirken, Boston Maratonu'nda Fearless 261 adlı dernek adına maratonda koşacak Boss da, San Diego'dan gelmiş bizi bekliyordu. 3 Koşu Dünyamız koşucusu, ufak bir dinlenmeden sonra cumartesi günü yarış kitlerini almak için maraton fuarına geçtik. Birden, buzdağının görünmeyen kısmı göründü dedim kendi kendime. "Aman Allahım! Bu ne kalabalık, daha giriş kapısını göremedik ama binanın çevresinde 2 tur sıra var. İçimden ikinci defa "Welcome to Amerika" dedim. İlkini espri olarak uçak yere indiğinde demiştim Selçuk'a. Neyse 30 dk. bekledik kapıyı görebildik içeri girdik. Amaaa, burada da sıra var. Yani kapıya girmemizi sağlayacak ve ilk aşamalı kapıdan sonra bir başka kapı ve kuyruk. Yine 15-20dk bekledik ve ardından, gruplar halinde içeri alındık. Oradan da geçtik, en sonunda göğüs numarası için ayrılan yere ulaştık ve bize daha önceden gönderilen "Runner Passaport" larımızı teslim ederek numaralarımızı aldık. Ama işte biraz önceki sıra burada yoktu; "Nerede bu insanlar diyecektim ki" numaraları dağıtmak için en az 50 ayrı kişinin ve masanın gönüllülerle dolu olduğunu gördüm. Numaramızı almak 45sn. sürdü. Hemen karşı odaya yönlendiriliyorsunuz ve ordan da bedeninize göre tişört seçimini yapıp online olarak onaylıyorsunuz teslim aldığınızı. O işlem de 45 sn. dahi sürmedi. Özetle, Boston Maratonu 30 bin koşucu kapasitesiyle mükemmel organize edilmişti. Tişörtlerimizi deneme ve bedenimize uymazsa diye yenisini değiştirme kolaylığı dahi sağlamışlar. Elbette prestijli tişörtlerle ünlü Boston Maraton yazısı altında resim çekilme töreni. Orada da Boss ile pozumuzu verdik ve 😄😄 Yine bir parantez, 3 günlük Boston Maraton Fuarının ve yarışın, 655 bin nüfuslu Boston şehrine ekonomik katkısı $192 milyon. Dünyanın en eski ve prestijli maratonu işte böyle bir ekonomik katkıya da sahip. Fuarı da gezdikten sonra dışarı çıktık ve yukarıda kuyruğun kuyruğunu beklerken camdan gördüğümüz "Runners World Dergisi" stüdyolarına uğrayalım dedik ki bakın şansımıza kim içerde söyleşi yapıyordu. Kathrine Switzer ve Boss' un 261 Fearless gurubu! " İstesek bu kadar denk getiremezdik. Tabiki geçip dinledik her ne kadar çok anlamasam da, o ortamda bulunmak güzeldi.. Oradan da çıkıp, ertesi gün geçeceğimiz "Boston Marathon Finish Line" a geldik. Şimdi burayı nasıl anlatsam ki! Aklımda bi ton soru! " İki gün sonra buradan geçebilecek miyim? Ya da geçeceksem nasıl olacak? İstediğim sürede olacak mı? " O düşüncelerle işte buradayım ama daha iki gün var ve hazırlıklar çok hızlı; gören, sanki iki gün değil de iki saat sonra yarış başlayacak sanacak şekilde bir hareketlilik içinde. Canlı yayın araçları, polisler, kameralar, hatta öndeki elit atletleri takip edecek canlı yayın motorları bile ön deneme yapıyor en iyi görüntü için. Yani o hazırlıkları, mutlu telaşeyi görmek bile sizi heyecanlandırıyor. Şehrin en büyük düğünü gibi adeta. Hazırlıklar kusursuz. Hazırlıklar bi yana dursun, benim akılda hala hava durumu var 😂 Rüzgar ne yönden, kaç km hızla esecek? Kafada soru çok olunca, Boss'a ve Selçuk'a sürekli kafamdaki bu soruları aktardığımda, sağolsunlar onlar da hep olumlu motive ettiler; sadece "rüzgar" kelimesini duymak istemediklerini belirtip yasakladılar😊 geçtik fuar alanına. Heeee..işte biraz önceki kalabalık meğersem buradaymış, maratoncular hatıra ürünler almak için yarışıyor, tabi bu akına Boss da kapıldı.Neyse biraz daha dolanıp akşama Boston Belediye'sinin geleneksel makarna partisi vereceği yere gideceğiz yani gidecektik ama kapıdaki 30 bin kişilik kuyruğun bir kısmının canlı videosunu (yukarıdaki linkte) Boss bize 1,5 dakika sürdüğünü gösterince, bırakın yemek yemeyi, direk yarışa ancak geçeriz diye, en yakın pizzacıdan pizza alıp doğrudan otele geçtik. Malum dinlenmek gerek.


Yarış sabahı...

Saat 04:00 da uyandım..Heyecan var mı? EVETTTTTT. Akşamdan hazırlandım ama son kontrolleri de 5. kez yapmadan edemedim. Dropbag... Tamam. jeller..ayakkabı..göğüs no..👍 Boss'u , 261 Fearless ekibiyle koşacağı için, o zaten sabah 3 de otobüsüne binmek üzere "başarılar" dileyip uğurladık. Sıra bana gelmişti. Kahvaltı yapamadım heyecandan olsa gerek bir dilim kuru ekmek ve üstüne biraz tahin pekmez sürerek yedim. Çıkarken de otelin lobisinden aldığım bir adet muz sadece. Otelden sabah 06:00 da yarış alanına giden otobüslerin kalktığı yere gidecek servisi beklemeye başladım. Selçuk kardeşim de sağolsun sabah erkenden uyanarak beni hem motive etti hem de uğurlamak için aşağı kadar indi. Son kontroller de tamam.

Benim buradaki organizasyonu görünce anladığım, herşeyin bitiş alanında olacağı.Yarış yeri olan Hopkinton'a gidecek otobüslerde buradan kalkıyor. Dropbag'ı bırakacağımız yer de, burada yarış sonundaki 27.mil partisi de burada. Hatta, Allah korusun, birşey olsa, bence ameliyat dahi yapabilecek donanımlı yer de burada.

Otobüs alanına doğru giderken, ufaktan biraz heyecan yaptım. Çünkü her gurup için otobüs kalkma saati var renk ve numaralara göre. Bana verilen programda benim grubuma ait saate göre 06:00-06:45 de kalkacak Hopkinton'daki yarış alanına götürecek olan otobüs. Zaten otelden otobüslerin olduğu yer 15dk sürdü. İndim bakıyorum akın akın insanlar otobüse biniyor ama bir dakika!! Alışık olmadığım bir durum var. İnsanlar elleri boş gidiyor otobüslere!!!!! Eee ben bu elimdeki malzemelerle binemem otobüse! İşte ilk orda anlamıştım dropbag yerinin bitiş alanında olduğunu, hadi yürü bakalım biraz daha. Biz neye alışığız; yarış alanında teslim et bitiş de al! Üstüne üstlük otobüslere binerken arama ve numara kontrollerini görünce yığılan kalabalık benim adımlarımı hızlandırmam gerektiğini hatırlattı anında.

Otobüs bekleme yerine geldim. Bu nasıl harika bir system! 2 sıra en az 40 sarı "school bus" yani standart okul otobüsleri bekliyor. Sistem şu. Sıra sıra dizilmiş tüm otobüslerin yanında 2 sıra bekleme hattı oluşturulmuş içerdeki ve dışardaki otobüsler için ayrı ayrı cep yapılmış, her otobüs önünde de görevliler. Yeşil bayrak, yer olduğuna; kırmızı bayrak yer olmadığına işaret ediyor. 40 otobüs için de sistem bu. Yeşil bayrak tutan otobüs görevlisi gördün mü?? binnnn..ayakta yolcu alınmıyor! Hopkinton yolculuğu yaklaşık 45dk sürdü yolda kovboy şapkalı "trophy police" leri güvenliği sağlıyor. Bizim konvoy geçerken tüm bağlantı yolları kapatılıyor. İnsanlar sabahın o saatinde kalkmış içinde olduğumuz otobüsleri bile alkışlıyorlar.Yaww nasıl bir şehir nasıl bir kültür yaaaa!!
👏👏 Yarış yerine geldik; gerçi ben öyle sandım ki, burası daha bekleme yeriymiş! Şimdi içerdeki ortamı anlatıyorum. Sınırsız kahve,su,muz,enerji jeli (taşıyabilirsen 100 tane bile alırısın), simit, enerji barları falan falan daha gezemedim bütün standları, iyi de, bir şey yememem lazım, sadece kahve içtim sert ve şekersiz. Seyyar güneş kremi istasyonları..pişik kremi istasyonları..tuvalet desen sayısı belli değil. ben sandım Amerika'daki tüm seyyar tuvaletleri buraya toplamışlar. Alanın etrafı tuvaletle kaplı..ona rağmen sıra var; gerçi göğüs numarana göre tuvaletin bile belli dicem de neyse şaka şaka o kadar da değil..😄😄Ama ilk gurup geldiğim için çok sıra beklemedim.


İşte burada, uçakta sohbet edip geliş amacımızı söylediğimiz host arkadaştan uçakta bize verilen battaniyeleri neden istediğimizi çok iyi anlayacağınız yer. Hava sabahın ilk saatleri olduğu için soğuk ve hareketsiz bekliyorsunuz; dikkat donarsınız valla. Gerçi buradakiler yanıyor ama biz sıcakkanlı insanlarız kardeşim etkileniriz; battaniyeme sarılıp içeride THY reklamı yapa yapa geziyorum. Her milletten insan var. Otobüsler hiç durmuyor sürekli geliyor. Alan iyice kalabalıklaşmaya başladı ama yavaş yavaş da, bizim saat geliyor; anons ediliyor. "Red group six wave" piste girme zamanı 09:15. İlerliyorum ellerinde çıkış gurubunun numaralarını tutanlar ve aralarda duran görevliler sizin yanlış bir yere geçmenizi engelliyor. Diyelim bilerek ya da bilmeyerek yanlış yere geçtiniz. Sorun değil, zaten ileride yine çevirme var. Doğru yere geçirirler sizi merak etmeyin. 😊 Ben, yarış buradan başlayacak sanırken orası bir nevi sizi toplama alanıymış. Tabi ki de, battaniyemi, çevredekilere bakarak bu noktada bıraktım. Nereden bileyim 2-3km daha yarış yerine kadar yürüyeceğimi. Elbette bu şekilde yapmalarının sebebini anladım. Hani starta kadar yürürken bile olsa aynı hızda koşacakları bir arada tutabilmek için. Kafamı kaldırdım baktım dümdüz bir yol ama ucunu göremiyorum ! O kalabalığın ne başını ne sonunu görebiliyorum. Meğersem bu noktada Boss, sıcacık bir Boston evinin bahçesinde, Fearless 261 in yarış hazırlık evinde, ekibiyle benim o yürüdüğüm noktayı Koşu Dünyamız için kameralara alıyormuş! Dedim ya en az 2-3km gittik..aaa yine burada koca bir alan, son wc istasyonları burada da! En az 200-300 tane var.😄😄Gülüyorum, çünkü benim gibi bu yarışa ilk kez katılan o kadar çok kişi varmış ki, çünkü eğer 2.kez katılmış olsalardı yolda gördüklerimin hiçbirini yapmazlardı. Artık saate bakıyorum 9:50. Saat 10:00 da yarış başlayacak, ama hala yürüyorum, artık yaklaştım sanırım çünkü artık formula-1 deki gibi ceplere giriyorsunuz. Kırmızı gurup için dalgalar 1-2 önde 3-4 onun arkasında 5-6, 7-8, 9-10 diye arkaya doğru gidiyor, birden herkes durdu Amerikan ulusal marşı okunuyor. Bu arada gözüm bayrakta ama benimki rüzgarın yönünü görmek için. Ohhh! çok şükür rüzgar batı yer yer kuzey-batı esiyor. Önden gelmeyecek demektir. Bu süper oldu.

Neyse ileri doğru daha da yaklaşacağız sanıyorum ilerliyoruz; ilerde bir ses bir çığlık geliyor ama daha var sanıyorum çünkü o çığlıklar o sesler hiç durmadı ki. Baktım, start çoktan verilmiş! Yani yarışın başladığını zerre anlamadım. Saati iyi ki hazır bekletiyormuşum ki hemen başlattım. Hani ne olduğunu anlamadan yarışa başladım. Eee hani ben 03:00:04 le buraya qualifier olmuştum. Hani ben hızlıydım? Önümdeki kalabalığın başını göremiyorum. Eee ben bu kadar insanın içinde nasıl koşacam da nasıl geçecem de nasıl sub-3 yapacam! Amanıınn!!! O da ne! Köprü trafiğini düşünün o kadar araba yoğunluğu var ama arabalar 150km/h ile gidiyor ve bütün arabalar yoğunluktan tampon tampona. Tabi burada arabalar, biz maratoncular oluyoruz. Aynen öyle, çok kalabalık ama herkes hızlı gidiyor. Sel gibi! Durayım, desen duramazsın. O kalabalığın içinde akıyorsun.


3km-Ashland'a geldik. Nispeten inişti ama ufak ufak çıkışlarda yok değil.Burası küçük bir yerleşim olduğu için sanırım tüm kasaba inmiş yollara.

8km-Framingham'a geldim ama ne çabuk geçti 8km, ortalama 4:04 pace ile gidiyorum. Nispeten biraz daha büyük bir kasaba çünkü izleyiciler daha da kalabalık ve coşkulu..hani parkurun şurasında yada burasında halk koşanlara bişeyler ikram ediyor dicem ama böyle bişey olamaz 42k boyunca her yerde kimin elinde ne imkan varsa veriyor. Muz dilimleri, portakal dilimleri,havlu peçeteler, ıslak süngerler, bardak sular,dondurmalar,buz poşetleri,enerji içecekleri,jeller...

12km- Natick' e de ulaştım ama sanki kendimi engelliyormuşum hissine kapılıyorum 4:04-4:05 pace gidiyorum.


19km- Wellesley'e geldim. Hadi artık azalsın şu kalabalık diyorum ama hala yok, dirsek dirseğe gidiyorum. Ama hızda azalma yok 4:05 pace ile devam. Tek sıkıntı, su istasyonlarına gelirken herkes sağa sola yanaştığı için dalgalanma ve hız azaltıyoruz ama sorun değil, çünkü 10.sn düzeliyor tempo..Bu arada artık yol kenarındaki izleyiciler de hala anlamadığım şekilde bazı yerlerde sanki bilinçli olarak toplanıyorlar ve o kadar çok coşuyorlar ki sanki eğlenmeye onlar gelmiş..konserler.. konfetiler...çığlıklar.... alkış kıyamet.. insanın durup onlarla coşası geliyor. Heee aklıma gelmişken, sakın Boston Maratonu'nda kulaklık müzik olayına girmeyin; müziksiz hayatta koşmayan ben, tavsiyeleri dikkate alarak,  o anı yaşamak istedim ve iyi ki de kullanmadım o anlara şahit oldum. Hiç ihtiyacınız yok...onların sesleri sizi aşırı motive ediyor zaten.

25.5km- Newton'dayım artık. Boston şehir merkezi en kalabalık izleyici kesminin olduğu yer ise burasının da oradan farkı yokmuş. Yani burası da oradan aşağı kalır değil hatta coşku yönünden orayla yarışır diyebilirim. Zaten ilerideki çığlık tüneli "kiss me runner" tabelalarıyla dolu..ama aynı zamanda 30km deki "kalp kıran yokuşu" da burada. Sanırım ikisinin de aynı yerde olması, hani yokuşun can sıkıcılığını bu şekilde geçirelim diye ve işte kalp kıran ve çığlık tüneli! Nasıl bir gürültü nasıl bir ses anlatamam; zaten gördüklerimi de anlatmayayım😜😜 Sanırım "o"malum tabelalardan olacak😄😄 artık dirsek dirseğe gitmiyorum daha rahatım ama hala önümdeki insanları geçmek için sağa sola geçiyorum. Ama o da ne! önümdeki koşucuların yokuşdaki görüntüsünü görünce bir de artık önümde yürüyenler olunca direk motivasyonum ve hızım azaldı. Anlık pace 4:40/4:50 gidiyorum diye aklıma size de tavsiye edeceğim diğer yokuşlarda da kullandığım taktiğim geldi. Nefesi bozmadan "Başı iyice öne eğmek". Bu hem Vücudunuzun merkez noktasını öne veriyor, hem yokuşu görmüyorsunuz, hem de yanınızda yürüyenleri. Kandır bakalım beynini kandırrr Volkan Yıldız! Ne yapalım, başka türlü o yokuş geçer mi?Arada sırada etrafa bakıyorum ama önüme değil yanlara. Zaten 25km den itibaren yokuşlar iyice sertleşmişti ve 30-32km arası iyice dikleşti. Dolayısıyla da, pace yavaştan düşmeye başlıyor. Ama izleyiciler o kadar coşkulu ki kim takar kalp kıranı! Bu tempo gidersem dedim ki, "02:54:00 de bitiririm bu yarışı!"

36km- Brookline artık iyice yaklaştığımı anladım Boston'la iç içe olduğu için. Artık şehir içindeyiz diyebilirim ama daha var bi 6km; sanırım kalp kıran yordu ve beni ort.pace 4:08 lere çıktı bile. Neyse durmak yok Sub-3 gelecek ama kalp kıran çok yıpratmış olmalı ki zaten mesafe de artık bayağı geçtiğim için iyice yorgunluk başladı. Fakat bazen öyle bir gaza geliyordum ki 39km de tempomun bazen 3:45pace indiğini görüyorum nasıl gaza geliyor insan nasıl! 😄ama işte bu da bir tecrübe hızlan dur bu da etkiliyor ama olsun kalmış şurda az bir mesafe.


Mutluluk
40km- Daha önce Boss'un söylediği işte o tabela göründü uzakta CİTGO, ünlü benzinci😂 CİTGO'ya gelince, bitişe sadece 1 mil yani 1.6km kaldığını anlıyor herkes. Ve yarış neredeyse bitiyor; ama daha var mesafe. Yavaş yavaş kafamda nasıl bitişe gireceğimin planını yapmaya başladım..Maraton bekleme alanında koluma yazdırdığım kızımın ismini açarak ve KOŞU DÜNYAMIZ bayrağı ile girecektim bitişe, derken işte o kocaman reklam panosunun önündeyim. CİTGO. Sağdan soldan her yerde 4-5 sıra halinde kenarlarda insanlar, alkış, bağırış çığlık, müzik ne ararsan var ve işte herkesin vücuttaki son enerjilerini o depara sakladığı son düzlük, ileride bitiş gözüküyor ben son dönüşten önce TÜRK Bayraklı balonumu şişirdim ve KD bayrağını çıkardım..Kollarımı aça aça giriyorum bitişe. Veeeee işte 02:56:17 ile ben artık "Boston Maraton Finisher" dım.
Hayran kaldım herşeye, hayret ettim bu maraton kültürüne. Sevinç,mutluluk,şaşkınlık,üzüntü ne varsa yaşadım vallahi. Herşey için teşekkürler Koşu Dünyamız ve yol arkadaşım Selçuk Akbaba. Veee Boss, Koşu Dünyamız'ın ilk kurulduğunda sana inanmadığım için özür dilerim. "Bir gün sen Boston Maratonu'nu Koşacaksın!" dediğinde. Türkiye'de umut ediyorum bir gün biz de Boston Maratonu tadında bir yarış koşarız ve her maratoncu gerçek Boston'da koşma fırsatını yakalar.


VOLKAN YILDIZ

6 comments:

  1. Tek kelime ile Maşallah kardeşim :)

    ReplyDelete
  2. Çok güzel, etkileyici bir yazı olmuş. Tekrar tebrikler. Oturduğum yerde heyecanlandım :)

    ReplyDelete
  3. Çok güzel bir yazı olmuş, kaleminize sağlık kaptan. :)

    ReplyDelete
  4. Kaptan Bravo Vallahi maratoncu olduğun kadar da yazarmışsın da eline diline ayağına sağlık tekrar tebrik ediyorum.

    ReplyDelete
  5. Çok heyecanlı. Teşekkürler.

    ReplyDelete
  6. Valla benim de bir Boston koşasım geldi :) Sanırım bu manzarayı ülkemizde görmek için daha çok beklememiz lazım. Ayrıca sub 3 için tebrikler

    ReplyDelete